• https://www.facebook.com/izmirdiyanet-sen.org
  • https://www.twitter.com/nail hoca çelik
  • https://www.youtube.com/nail hoca çelik

İSLAM DÜNYASI CİDDİ BİR İNANÇ GÜVENLİĞİ SORUNUYLA KARŞI KARŞIYADIR

Açılışta konuşan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, İslam dini ve İslam dünyasının içinden geçtiği süreçleri özetleyerek, temel sorunların ve paradigmaların tespit edilmesinde bilgi ve bilinç oluşturma sistemleri ve insan yetiştirme mekanizmalarının önemi üzerinde durdu.

Başkan Görmez’in açılış konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle;

“İnsan yetiştirme mekanizmalarını dikkate almadan gelecek stratejilerini ortaya koymak mümkün değildir…”

Bugün küresel ölçekte insanlığın, İslam dininin, İslam dünyasının, İslam dünyası içinde gönül coğrafyamızın, yurt dışındaki millet varlığımızın, dünyadaki Müslüman azınlık ve toplulukların, ülkemizin ve milletimizin içinden geçtiği gerçek süreçleri anlamadan her bir alanda yaşanan değişim ve dönüşümleri, temel sorunları ve paradigmaları tespit etmeden, bilgi ve bilinç oluşturan sistemleri ve insan yetiştirme mekanizmalarını dikkate almadan din-diyanet hizmetlerini değerlendirmek, gelecek stratejilerini ortaya koymak mümkün değildir.

Her şeyden önce insanın aşkın sonsuzlukla irtibatını oluşturan ruhi ve manevi yönünü yok sayan düşünce ve yaşam biçiminin, küresel ölçekte hala egemen olduğunun göz önünde bulundurmak zorundayız. Maneviyattan uzak değerler sisteminin, yaşam biçimi ve ilişkiler düzeninin, insanoğlunu varlığa, tabiata, diğer insanlara hatta kendisine karşı, nasıl yabancılaştırdığını tespit etmek durumundayız.  Yaralı bilinç, bölünmüş benlik ve parçalanmış kişilikle insanoğlunun anlamsızlığın girdabına doğru nasıl sürüklendiğini dikkate almak zorundayız. İçinde yaşadığımız çağın hem tekçi ve tek tip bir dünya dokusu meydana getirdiğini hem de bu dokuyu nasıl parçaladığını görmek durumundayız.

“İnsanoğlunu içine sürüklendiği girdaptan kurtaracak yegâne reçete, İslam’ın evrensel rahmet mesajlarıdır…”

İnsanoğlunu içine sürüklendiği bu girdaptan kurtaracak, yaralı bilincini tedavi edecek, bölünmüş benliğini tamir edecek, kendine ve tabiata yabancılaşmasına son verecek yegâne reçetenin İslam’ın evrensel rahmet mesajlarında mündemiç olduğunu, bir Müslüman olarak ifade etmek durumundayız. Ancak İslam’ın bütün bu süreçlerden nasıl etkilendiğini, Müslümanların ve İslam dünyasının bu reçeteyi takdim etmekten ne kadar uzaklaştığını da göz önünde bulundurmak gerekir. İslam’ın, bu konuların tamamında asrın idrakine söz söylemeye güç ve kudretine sahip olduğunda hiçbir mümin şüphe etmez. Ancak Müslümanların da çağın bütün illetleriyle muallel olmanın yanı sıra, savaşların işgallerin, sömürgelerin ve despot yönetimlerin gölgesinde bilinçlerinin yaralandığını, benliklerinin parçalandığını ve İslam’ın rahmet mesajını temsil etmekten uzaklaştıklarını itiraf etmek zorundayız.

“Bugün İslam, akıllı düşmanlarından çok, cahil dost ve müntesiplerinin saldırılarına maruz kalmıştır…”

Bugün İslam,  akıllı düşmanlarından çok, cahil dost ve müntesiplerinin saldırılarına maruz kalmıştır. Şiddet ve terörü cihat zanneden cahil güruhlar, bitmek tükenmek bilmeyen kabile savaşları, mezhep çatışmaları, mezhebi, meşrebi dinin yerine ikame eden sığ anlayışlar, değer üretmeyen dindarlıklar yahut dini darlıklar İslam’ın kendi medeniyet kökünden uzak anlayışlar, yorumlar, dini metinlere indirgeyen ve o metinleri de okumaktan aciz neo-selefi akımlar; bütün bunlar İslam’ın asrin idrakine söz söylemesi önündeki en büyük engellerdir. Bütün bunları fırsat bilen çağdaş dünya ise, İslam’ın rahmet eczanesinde hastalıklarına şifa arayacağına, yeni endüstrisi de olan küresel bir hastalık üretti. Bu hastalığın adını da İslamofobia, İslam korkusu ve İslam düşmanlığı koydu.

“Hiçbir dünyevi çıkar ve kazanç bir insanın kanının akmasından değerli olamaz…”

Her zaman dediğimiz gibi bugün de diyoruz ki, hiçbir dünyevi çıkar ve kazanç bir insanın kanının akmasından değerli olamaz. İslam her zaman kendi anlamında mündemiç olan barışa bizi davet etmektedir. Çatışmaların, kavgaların ve her türlü güvensizliğin yaşandığı bir ortamda İslam'ın toplumsal ahlaki varlığından söz edemeyiz. İslam bizi barışa ve selamete davet eder. İslam beldeleri uzun yıllar selam ve eman yurdu olarak anılmışlardır. Bugün çevremize bakarak her gün camilerinde bombaların patladığı, nereden ve kimden geldiği belli olmayan kurşunlarla masum insanların katledildiği, çocukların, kadınların yaşamlarını yitirdiği, kitleler halinde insanların yaşama umuduyla yaşadıkları yerleri terk ederek göç ettiği bir manzara İslam dünyasında yaşanıyorsa bu dünyaya İslam dünyası diyebilir miyiz?

Bugün İslam dünyası dediğimiz dünya gerçekte İslam’ın dünyası mıdır? Tarihte İslam’ın bu coğrafyada nazil olması, İslam medeniyetinin temellerinin bu topraklarda atılması bu dünyayı İslam dünyası yapar mı? Darusselam olmayan beldeler, İslam'ın beldesi olur mu? Darul eman olmayan, can, mal, namus, emniyetin her açıdan ihlal edildiği şehirler imanlı şehirler addedilir mi?

“Hakkın, hakikatin, adaletin ve merhametin olmadığı, insana değer verilmeyen bir dünya İslam dünyası sayılır mı?...”

Hakkın, hakikatin, adaletin, şefkatin, merhametin olmadığı, insana değer verilmediği, insan onurunun ayaklar altına alındığı, kadınların aşağılandığı, kız çocuklarının hala hor görüldüğü bir dünya, İslam dünyası sayılır mı? Birlikte yaşama ahlakının yok edildiği, birlikte yaşama hukukunun çiğnendiği, mezheplerin din hâline geldiği kendi mezhebinden ve meşrebinden olmayanların hunharca katledildiği bir dünyaya, İslam’ın dünyası demeye devam edecek miyiz? Hayatın dünyevileştiği, erdemin örselendiği, emeğin sömürüldüğü, zayıfın ezildiği, azınlığın ötekileştirildiği bir dünya, İslam’ın dünyası olabilir mi? Ahlakın zayıfladığı,  kadının metalaştığı,  tüketimin yaygınlaştığı, diğerkâmlığın garipsendiği bir dünya, İslam’ın dünyası sayılabilir mi?

Sevginin yok olduğu, güvenin zedelendiği, kişilerin bireyselleştiği, toplumsal dayanışmanın ortadan kalktığı, ailelerin parçalandığı, cinselliğin istismar edildiği, iradesi olmadan küçük kız çocuklarının zorla evlendirildiği, kötülüğün, fahşanın reklamının yapıldığı, şiddetin, baskının, zulmün sıradanlaştığı bir dünyaya İslam'ın dünyası demeye devam edecek miyiz?

“Bugün İslam dünyasında ve ülkemizde yaşanan gerilim ve çatışmalar karşısında bizler kendi vazifemizi müdrik miyiz?...”

Bu durum karşısında bizlerin, yani 'içinizden bir grup bulunsun, iyiliği emretsin kötülükten alıkoysun' hükmünce vazife ifa edenlerin üzerine büyük sorumluluklar düşmektedir. Bugün İslam dünyasında yaşananlar, hatta kendi ülkemizde yaşanan gerilim ve çatışmalar karşısında bizler kendi vazifemizi müdrik miyiz? Hangi İslami öğreti, bilgi ve bilinç, bu manzaraları doğurmaktadır? Toplum olarak hangi değerlerimizi kaybettik de vahdeti, uhuvveti ve muhabbeti esas alan İslami anlayışımız nasıl oldu da bizi tefrikaya, çatışmaya ve kargaşaya sevk etmeye başladı?

“Bugün ülkemizde ve İslam dünyasında İslami bilgi ve bilinç oluşturan tüm yapılarımızı yeniden gözden geçirmeliyiz…”

Bu yönleriyle bakarak bugün gerek ülkemizde ve gerekse İslam dünyasında İslami bilgi ve bilinç oluşturan tüm yapılarımızı yeniden gözden geçirmeliyiz. Klasik geleneksel yapımızda bilgi edinme ve bilincin oluşması her şeyden önce toplumsal atmosferin kendisinin oluşturduğu İslami atmosferden gelmekteydi. Ancak bugün bu atmosfer, modernitenin getirdikleriyle daha çok egemen kültürün etkisiyle oluşmaktadır. Başta kitle iletişim araçları olmak üzere, okullarımız, üniversitelerimiz ve sosyal çevre bir kimlik inşa etmektedir. Bu kimliğin inşasında İslam nerede var olmaktadır, bunu düşünmeliyiz.

“İslam’a hizmet eden bütün kuruluşların kendini sorgulaması gerekir…”

Adının başında İslam olan bütün kurumlar, senedinde Din-i Mübin-i İslâm’a atıfta bulunan, İslam’a hizmet olan bütün kuruluşların kendini sorgulaması gerekir. Hayırsever milletimizin yardımlarıyla vücut bulan zekat, fitre ve sadakalarıyla hizmet yürüten bütün müesseselerin bir öz eleştiri yaparak toplumla güven tazelemesi gerektiğini ifade etmek isterim. Bugün topluma karşı din hizmeti yürüten bütün unvanlar, imam-hatipler, müftüler, vaizler, hocalar, hem kendi içinden geçtikleri eğitim düzeneklerini hem de milletimize verdikleri hizmetleri gözden geçirmek zorundadırlar. İslam’ı yeni kuşakların gönül dünyasına, asrın körelmiş idraklerine söyletme konusundaki acziyetimiz bir tarafa, en büyük sermayemiz olması gereken içtenlik, samimiyet, rıza-i Bâri, fedakârlık gibi hasletleri kaybedip etmediğimizi ele almak,  örnekliğimizi neden kaybettiğimizi derin derin düşünmek zorundayız.

En büyük muhasebeyi de başta, bu onurlu görevi yürütmeye çalışan kurumun Başkanı şahsım olmak üzere bütün Diyanet personeli yapmak zorundadır. Her il müftümüz, ilçe müftümüz, her camideki görevlimiz ciddi bir özeleştiri yapmalıdır. En aslî vazifesi olan camileri dahi, kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla, herkesi manevi iklimine kabul eden bir müessese haline getiremeyen, camileri sadece namaz kılma mekânı olarak tanımlayan bir anlayışla bütün bu sorunların üstesinden gelebilir miyiz? Doğru bilgiye dayanmayan, gönül dilinden yoksun vaaz ve hutbelerimizle asrın körelmiş idrakine hayat verebilir miyiz?

Din eğitiminin tamamen ortadan kaldırıldığı, fetret dönemlerinde ve bu dönemleri müteakip geçici bir tedbir olarak ortaya çıkan ve bir türlü kent müessesesi haline getiremediğimiz Kur'an kurslarımızla, sadece Kur'an'ın nazm-ı celilini öğrettiğimiz, mana ve hikmetini, hakikatini öğretemediğimiz müesseselerimizle dinin hakikatini, İslam’ın rahmet yüklü mesajını yeryüzüne yayabilir miyiz?

“İslam’dan hareketle yeni bir söz söylemeye ihtiyacımız vardır…”

Bütün bunlar ve benzeri konularla ilgili İslam’dan hareketle yeni bir söz söylemeye ihtiyacımız vardır. Bu sorular ve sorunlar çerçevesinde bakıldığında mevcut İslami eğitim kurumlarımız neye tekabül etmektedir? Bugünün gençlerini kavrayacak, onları tatmin edecek hangi eğitim buralarda yapılmaktadır? Din dersleri bir bilinç ve şuur vermek için mi müfredatını oluşturmakta ya da kişinin herhangi bir şekilde ulaşacağı bilgileri mi ihtiva etmektedir? İslami eğitim öncelikle bilgi mi yüklemelidir yoksa bir aidiyet ve mensubiyet duygusu mu kazandırmalıdır? Tüm bunlar bu bağlamda ele alınmalıdır.  İmam-hatip okulları bugüne kadar bir kazanım ve fırsat iken, bugünden sonra bu muhtevayı içeren müfredat yeterli olabilecek midir? Yeni bir yöntem ve metot geliştirmeyle ilgili hangi çabalar ortadadır? İslami atmosferin oluşması ve bu atmosfer içerisinde yeni bir neslin inşası için başkaca hangi enstrümanlar kullanılmalıdır?

Kitle iletişim araçlarından her türlü sanatsal faaliyetlere ve hayatın her alanında Müslümanca duyarlılığın oluşması için hangi çalışmalar yapılmalıdır? İslam’ın mimariden, sosyal hayata, pazardan mezara kadar uygulanabilir bir şekilde nasıl yaşanılacağı ortaya koyulmalıdır.

“İslam’ın satırlardan sudurlara, kitaplardan hayata, teoriden pratiğe yansıması için yeni bir dile ve söyleme ihtiyaç vardır…”

İslam’ın satırlardan sudurlara, kitaplardan hayata, teoriden pratiğe yansıması için yeni bir dile ve söyleme ihtiyaç vardır. Aksi takdirde öğretilen İslam’la yaşanılan hayat çelişkisi ortadan kalkmadığı müddetçe ikiyüzlülüğe kapı aralayan bir din eğitimi yaptığımızı bilmeliyiz. Gelecek nesillerin bizlerin bu ikiyüzlü hali karşısında ciddi savrulmalar yaşayacağı ve bu savrulmaların, onları İslam’ı sorgulamaya götüreceği tehlikesi göz ardı edilmemelidir.

“İslam her türlü grupçuluğun, tarafgirliğin, menfaat elde etmenin, kişisel nüfuz aracı yapılmanın üstünde görülmedir…”

İslam her türlü grupçuluğun, tarafgirliğin, menfaat elde etmenin, kişisel nüfuz aracı yapılmanın üstünde görülmedir. Aksi takdirde bütün bunların aracı haline dönüşen meta olursa, bu da her türlü bilgiye ulaşma becerisinde olan ufku açık, aklıyla muhakeme etme yetisine sahip insanları hayal kırıklığına uğratacak ve derin yaraların oluşmasına neden olacaktır. Bu husus asla göz ardı edilmemelidir.

Dün bir direnme ve savunma dili kullanan Müslümanlar duyarlılık oluşturabiliyor ve kendilerini bir şekilde koruyabiliyorlardı. Bugün ise bütün İslam dünyasında ya egemen olmaktalar ya da egemen olmanın eşiğindeler, bu egemenlik halinde İslam’dan kaynaklı değer üretilemez, toplumsal yapılar inşa edilemezse ve sadece mevcut değerler tüketilirse İslam dünyası Batı’daki dini tecrübenin yaşadığı evreyi yaşama ihtimaliyle karşı karşıya kalacaktır.

Hayatın akışı karşısında durmak mümkün değildir. Hiçbir şey kendiliğinden düzelmez. Bugünün dünyası akılla inşa edilmektedir. Biz İslâm’ın hikmetini akılla buluşturmalı ve geleceğimizi ahlaka, hakka ve hakikate uygun inşa edecek bir projeksiyon geliştirebilmeliyiz. Tüm İslami gruplar, İslami gayret ve hassasiyet içerisinde olanlar, İslam âlimleri ve entelektüelleri bu soruları sorarak gelecek tasavvuru yapmalıdır.

“İslam’a hizmet vazifelerini bir çıkara, bir makama ve bir mevkie tebdil etmeye çalışanlar, Yaratıcı katında ve toplum nezdinde itibar ve saygınlıklarını kaybetmeye mahkûmdurlar…”

Toplumda dini vazife ifa etmeleriyle bilinen imam, müftü, vaiz ve hoca efendiler, kendilerine yüklenen toplumsal İslami sorumluluğun ne derece farkındadırlar? Bu görevler bize bir ayrıcalık, dokunulmazlık mı verir yoksa ağır bir sorumluluk mu getirir? Bu mükellefiyetin farkında olmayan kişilerin bu vazifeleri ifa ederken hangi şuurla hareket ettikleri çok önemlidir. Buradan açıkça ifade etmemiz gerekir ki, maişetin dışında kim bu vazifelerini bir çıkara, bir makama ve bir mevkie tebdil etme amacıyla hareket ederse hem Yaratıcı katında hem de toplum nezdinde itibar ve saygınlığını kaybetmeye mahkûmdur.

“Gençlere tavsiyem, dinî vazife yaptığını söyleyenlere ve dini yapılara bakarak İslam’ı değerlendirmeye tabi tutmamalarıdır…”

Buradan gençlere ve gelecek nesillere şunu ifade etmek isterim ki, bizlere, dinî vazife yaptığını söyleyenlere ve dinî yapılara bakarak İslam’ı değerlendirmeye tabi tutmasınlar. Bizler her yönüyle hataların içine düşmüş olabiliriz. Mehmet Akif, İslam dünyasının haline bakarak der ki, ben İslam’ı ve Müslümanlığı eğer bugün hocalara bakarak değerlendirecek olsaydım, şu an revaçta olan gençlerin dine mesafeli duruşuna kapılırdım. Ancak ben İslam’ı Kur’an’dan ve sahih kaynaklardan öğrenerek kendimi koruyabildim. Ben de gençlere diyorum ki, sizler İslam’ı bizimle değerlendirmeyin. Biz bunu temsil hakkına sahip değiliz. İslam’da din adamı sınıfı ve dini temsil etme iddiası hiç kimseye verilmemiştir. Herkes İslami, ahlaki vecibeleri yerine getirmede eşittir ve aynı sorumluluğa sahiptir. Hiç kimse aklını, kalbini ve vicdanını herkes gibi beşer olan, zaafları bünyesinde barındıran ve ölümlü olup hesap verecek birilerine teslim edemez, etmemelidir.

“Baki hakikatler fani şahsiyetler üzerine bina edilemez…”

Hz. Ali der ki: Hak adama göre tarif edilmez. Adam hakka göre tarif edilir. Baki hakikatler fani şahsiyetler üzerine bina edilmez. Mükellefiyet ve mesuliyet her birimiz için aynıdır ve birdir. Kimsenin kimseden ayrıcalığı yoktur. Kişiler bizler için sadece birer öğreticidir. Elbette dini bilginin öğreniminde âlimlerden ve ariflerden yararlanabiliriz, ancak bunların bizatihi kutsallığı ve masumiyeti yoktur, sorgulanamaz değildirler.

“İslam’ı, çıkar ve güç elde etme mekanizması haline getirmeyi, Müslümanların topyekûn sorgulaması gerekir…”

Bugün gerek İslam dünyasında ve gerekse ülkemizde yaşanan İslam üzerine tartışmalar, İslam’ı temsil iddiasında bulunan yapılar, mekanizmalar ve İslami referanslarla vicdanların kabul edemeyeceği gerek şiddet barındıran ve gerekse toplumsal ayrıştırmayı körükleyen her türlü siyasi ve sosyal yapılar, Müslümanlık algısı ve İslam tasavvurunun sorgulanmasını kaçınılmaz kılmaktadır. İslam’ın bireysel ve toplumsal ahlaki yapısını hayatımıza aktarmaktan uzaklaşarak, İslam’ı bir çıkar ve güç elde etme mekanizması haline getirmek biz Müslümanların topyekûn olup bitenleri sorgulamamıza neden olmalıdır.

“İstismara dayalı dini yapılar, toplumları dejenere eder…”

Şunu ifade etmek isterim ki, din insanlara saadeti, huzuru ve selameti getirdiği gibi dinin istismarı da toplumları dejenere eder ve istismara dayalı dini yapılar, dine karşı bir din var ederler. Her gelen peygamberin bir önceki ilahi mesajdan sapan toplumlar üzerine geldiği unutulmamalıdır. Dine dayalı oluşan birçok kurumsal yapıyla mücadele, peygamberler tarihinin büyük bölümünü oluşturur. Eğer ilahi mesaj doğrultusunda kendimizi test edemez ve sorgulayamazsak Batı’da olduğu gibi tamamen dini referanstan uzak salt bir akılla sorgulama süreci yaşanır ki, bu da -Allah korusun- bugüne kadar nice badirelerle kaybetmediğimiz kimliğimizin bir parçası olan İslam’la irtibatımızın zayıflamasına ve yok olmasına neden olma tehlikesini içinde barındırmaktadır. Bugün her gün evi, yurdu, okulu, camisi bombalanan gençlerin tüm bunların faturasını İslam’a çıkarma ihtimaliyle karşı karşıya kaldığını unutmamalıyız. Bugün her gün müminler kardeştir öğretisiyle anlatılan İslam’a mensup olanların kardeşlik hukukuna riayet etmeyi bir tarafa bırakarak düşmanlar gibi birbirine saldırmasını hangi Müslümanlıkla anlatabiliriz? Hangi İslami değer bu kin, nefret ve intikam duygusuyla hareket etmeyi izah edebilir?

Diyanet İşleri Başkanlığının yapısı…

“Bugün Diyanet İşleri Başkanlığımıza her zamankinden daha çok görev düşüyor…”

Bütün bunlardan dolayı bugün Diyanet İşleri Başkanlığımıza her zamankinden çok daha büyük görevler düşüyor. Ancak bütün bu hizmetleri yapabilmek için Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili köklü reformların yapılması ve beklenen bir hüviyete dönüşmesi gerekmektedir. Gerek yerel ve gerekse uluslararası çalışmaların geldiği boyutu göz önüne alacak olursak mevcut yapı ve işleyişle hizmet üretmek ve bu hizmetlerin kalıcı ve nitelikli hale gelmesini sağlamak gitgide zorlaşmaktadır. Bunun için aşağıdaki hususlar gelecek dönemde ele alınmalıdır.

“Diyanet, dinî, ilmî ve idarî bakımdan daha özerk bir yapıya kavuşturulmalıdır…”

Diyanet İşleri Başkanlığı, Anayasal bir kamu kurumu niteliğini korumakla birlikte Kamu tüzel kişiliğine sahip, dini, ilmi ve idari bakımdan daha özerk bir kuruluşa dönüşmelidir. Aslında kuruluşundan itibaren, bu konuda gerek toplumda ve gerekse laiklik ekseninde entelektüel düzeyde önemli tartışmalar olmuştur. 1952 yılında Anayasa profesörü merhum Ali Fuat Başgil’in hazırladığı Diyanet Yasa Taslağı bugünkü tasavvurların ötesindedir. Din hizmetlerini ifa ederken her türlü ideoloji, siyasi görüş ve düşüncenin dışında kalmasının hukuki zemini sağlam hâle getirilmelidir. Diyanet çalışanları özlük hakları itibariyle devlet memuru olmakla birlikte, devlet işi olmayan bir kamu hizmeti görmektedirler.

“Din, milletimizin kimliğini oluşturan ortak değerler manzumesidir…”

Din, milletimizin kimliğini oluşturan ortak değerler manzumesidir. Günlük siyasi tavır ve tutumların üzerinde bir dil ve üslupla milletimizin birliğini ve beraberliğini temsil eden Diyanet İşleri Başkanlığı her türlü günlük siyasetin üstünde olacak bir yasal zemine kavuşması gerekmektedir. Bu yasal değişiklikte dini ve ilmi özerklik korunmalı ve kamu tüzel kişiliğine sahip bir kurum haline gelerek hizmet yapabilme potansiyeli arttırılmalıdır.

“Tarihsel varlığımızdan bize miras bırakılan vakıf değerlerimizin, Diyanetle ilişkisi yeniden kurulmalıdır…”

Tarihsel varlığımızdan gelen ve bize miras bırakılan özellikle din hizmetleri ve din eğitimi kapsamında olan vakıf değerlerimizin Diyanetle ilişkisi yeniden kurulmalıdır. Gerek tarihten bize gelen camiler ve gerekse bunların müştemilatı tamamen dini gayretlerle yapılmıştır. Bugün Vakıflar Genel Müdürlüğü içerisinde bulunan mülhak vakıflardan azınlıklarla ilgili olan vakıfların sahiplerine devredildiği gibi tamamen İslami hayır işleri kapsamında vücut bulan vakıfların da bu hizmetleri yerine getiren Diyanet’e devri ve bağlanması sağlanmalıdır. Ayrıca özellikle cami dernekleri başta olmak üzere diğer dini hizmet vakıf ve derneklerin çalışmaları bir şekilde Diyanet işbirliğine ve denetimine açık hale gelmelidir. Diyanet bir şekilde üst kuruluş haline getirilerek diyanet hizmeti içerisinde olan sivil çalışmaların koordinasyonu sağlanmalıdır.

“Ülkemizdeki nüfus yoğunluğuna göre hizmet planlaması yapılmalıdır…”

Bugün toplumun %78’i şehirlerde %22’si ise belki de daha azı köylerde, kasabalarda ve kırsal kesimde yaşamaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı personelinin ise, bunun tam aksine %75’i köylerde, kırsal kesimde sadece %25’i şehirlerde ve metropollerde hizmet sunmaktadır. Bu durum hem hizmetlerin aksamasına, hem de insan kaynakları bakımından israfa neden olmaktadır. Yapılacak yeni bir düzenleme ile nüfus dağılımına göre bir hizmet planlamasının yapılması elzemdir.

“Din eğitimi ve din hizmetleri rehabilite edilmelidir…”

Yaygın din eğitimi kapsamında camilerde açılan kurslar ve Kuran Kurslarına yönelik daha verimli ve kalıcı programlar oluşturulmalıdır. Cami merkezli eğitim esas alınarak kitlesel din eğitimi yaygınlaştırılmalıdır. Kur’an kursları rehabilite edilmeli her kesimden günümüz insanının bu kurumlardan istifade edecek hale gelmesi sağlanmalıdır. Maalesef bugün kurslarımız kırsal ve taşrada hizmet gören kurumlar halindedir. Bu hizmetler yerine getirilirken kentlerde nasıl bir şekilde bu ihtiyacın karşılanacağı hususu yeniden ele alınmalıdır. 

“Diyanet Akademisi kurulmalıdır…”

Ayrıca hizmet içi eğitimleri içinde barındıran yüksek ihtisas merkezlerimiz daha akademik bir seviyeye çekilerek yenilenmeli, hizmet sektöründe var olan diğer kurumların kendi hizmetlerine yönelik akademik yapıları olduğu gibi Diyanet teşkilatına yönelik Diyanet Akademisi kurulmalıdır.

“Uluslararası çalışmaların daha kalıcı ve nitelikli hale gelmesi için durum değerlendirmesi yapılması zorunludur…”

Diyanet İşleri başkanlığı yaptığı çalışmalarla ülke sınırlarını aşan uluslararası bir kurum haline gelmiştir. Bugün yaptığı hizmetler başta olmak üzere gelecek bir perspektif ortaya konularak uluslararası yapılan çalışmaların daha kalıcı ve nitelikli hale gelmesi için durum değerlendirmesi yapılması zorunludur. Elçilikler bünyesinde bir devlet dini yapısı görünümünde hizmet üretmek değişik ülkelerde birçok tartışmaları bünyesinde barındırmaktadır. Daha özerk ve sivil yapılar aracılığıyla dini hizmetlerin yapılmasına yönelik çalışmanın altyapısı başlatılmalıdır. Merkezin özerkleşmesi ve kamu tüzel kişiliğine sahip olmasıyla birlikte yurtdışı hizmetlerine yönelik din hizmetleri kapsamında kuruluş oluşturmanın gerekliliği ortadadır.

“Diyanet kapsamı içerisinde kendini gören tüm anlayışlar ve farklı dini yorumlar her türlü mezhepler üstü anlayışıyla Diyanet bünyesinde bulunmalıdır…”

Diyanet kapsamı içerisinde kendini gören tüm anlayışlar ve farklı dini yorumlar her türlü mezhepler üstü anlayışıyla Diyanet bünyesinde bulunmalıdır. Kendisini Diyanet kapsamında görmeyen dinî anlayış ve yaklaşımlara hukuk çerçevesinde hizmet yapabilme imkânı verilmelidir. Her dinin, inancın, farklı dini tezahürlerin veya kanaatlerin inançları doğrultusunda din hizmetlerini ifa edebilmeleri için kamu düzeni içinde imkânlar sağlanmalıdır.  Dini hizmetlere münhasıran faaliyet yapacak bu tüzel kişiliklere kamusal mali destek sağlamak üzere herhangi bir dini temsil hüviyeti olmayan düzenleyici ve denetleyici yapının oluşturulmasına imkân verilmelidir. Bu bağlamda din ve vicdan hürriyetinin eksiksiz koşullarının oluşturulması sağlanarak tartışmanın Diyanet ekseninde yapılması ortadan kaldırılmalıdır.

Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Emrullah İşler…

“Temel görevimiz, İslâm’ın bu aydınlık çağrısıyla 21. yüzyıl insanını buluşturmak için var gücümüzle çalışmaktır…”

Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Emrullah İşler ise açılışta yaptığı konuşmada, Dinin, insanların özgür iradeleriyle tercih ettikleri, kendilerine dünyada esenlik içinde yaşamayı, ahrette de ebedi kurtuluşa ermeyi temin eden ilahi bir çağrı olduğunu ifade ederek,  “Temel görevimiz, İslâm’ın bu aydınlık çağrısıyla 21. yüzyıl insanını buluşturmak için var gücümüzle çalışmaktır. Ezelî ve ebedî hakikat adına topluma manevi yönden rehberlik etmek, bütün mahlûkata karşı sorumluluk duymayı gerektirir. Bu yüzden din hizmeti görevini sadece mihrap, minber ve kürsüyle sınırlandırmak bir yanılsamadır. Çünkü din, kişinin varlığını anlamlandıran ve ona hayata ve ölüme dair nihai anlam haritası sunan en doğru ve en yetkin kılavuzdur.” dedi.  

Diyanet İşleri Başkanlığının kuruluşundan bu yana din, toplum ve devlet arasındaki iletişim ve etkileşim konusunda son derece hassas olduğunu kaydeden Başbakan Yardımcısı İşler, şunları söyledi;

“Başkanlığımız, her zaman İslâm’ın temel sabiteleri ve kaynaklarına bağlılığı ilke edinirken, dinin ve dini bilginin özgünlüğü ve özgürlüğünün sürdürülmesi hususunu ön planda tutmuştur. Aynı zamanda toplumun gelenekleri, gerçekleri, ihtiyaçları ve değişimi konusunu da göz ardı etmemiştir. Cumhuriyet’le yaşıt olan Diyanet İşleri Başkanlığı, yerleşik geleneği, kurumsal devamlılığı, gündelik politikanın dışında kalan siyaset üstü duruşu ve herkesi kuşatan hizmet anlayışıyla daima milletimizin teveccüh ve takdirini kazanmıştır. Başkanlığımızın halkımız nezdindeki saygınlık ve etkinliğini artırmak ve teşkilatımıza toplumun ihtiyaçlarına paralel olarak yeni ufuklar ve derinlikler kazandırmak öncelikli ödevimizdir.

Çağımız sivil inisiyatifin ve bireyin özgürlük alanının olabildiğince genişlediği bir çağdır. Din de özü ve tabiatı itibarıyla sivildir. Dinî müesseseler ise din hizmetlerinin planlı, programlı ve organize biçimde topluma sunulabilmesinin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla Diyanet İşleri Başkanlığı, halkımızın din hizmeti taleplerine cevap vermek için var olduğunun bilinciyle din alanındaki sivilliği dikkate alacaktır. Esasen bu olgu, tarihi geleneğimizle de uyumludur. Unutulmamalı ki İslam öğretisinde ne dinî kurumlar ne de din adamları dinin mutlak otoritesidir. Asıl otorite, dinin asli kaynakları ve bu kaynakların güvenilir bir yöntemle anlaşılması ve yorumlanması sonucu elde edilen bilgidir. Başkanlık bu bilginin toplumun her kesimiyle paylaşılması konusunda üzerine düşeni yapacaktır.”



652 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Aktif Ziyaretçi98
Bugün Toplam621
Toplam Ziyaret497250
Üyelik Girişi
ÜYELİK

SİTE MENÜSÜ