PROF.DR. HÜSEYİN ELMALI SOMA FACİASI İÇİN YAZDI "MAHMUD'U GÖRDÜNÜZ MÜ MAHMUD'U...?
" Mahmud'u gördünüz mü… Mahmud'u gördünüz mü…?!" Gözlerinde telaş ve korku etrafına bakınarak böyle sesleniyor, yalvarıyor sanki. "Mahmud'u gördünüz mü… Mahmud'u gördünüz mü…? İçerde kaldı o! İçerde kaldı …!" Ülkemiz 14 Mayıs Çarşamba günü Soma'da meydana gelen maden faciasıyla sarsıldı. O andan itibaren televizyonlardan yürekler yakan manzaralar izlenmeye başladık. Kimisine ağlayarak baktık, kimine yüreğimiz dayanamadı. Başlığa aldığım sözler de madenden sağ kurtulan bir genç kardeşimizin sözleri. Kaç gündür kulaklarımdan gitmiyor. "Mahmud'u gördünüz mü… Mahmud'u gördünüz mü…? İçerde kaldı o! İçerde kaldı …!" kendi kurtulmuş ama kurtulduğuna sevinemiyor, aklı arkadaşında, içeride kalan Mahmud'unda!! Aman Allah'ım, bu ne alicenaplık, bu ne diğergâmlık, bu ne dostluk, ne kardeşlik! Ne güzel arkadaşlık. Ne fedakarlık! Arkadaşı Mahmut onun için canından aziz bir varlık… Allah ona rahmet etsin, ne güzel bir arkadaşmış o, kendisini arkadaşına canından çok sevdirmiş. Ben inanıyorum ki kurtulan Mahmut olsaydı.. O da aynı şeyleri söyleyecekti. Arkadaşını soracaktı. Bilmiyoruz içeride o can pazarında, aralarında neler yaşadıklarını, neler yaşandığını... Kömür madeninde çalışmak nasıl bir duygu acaba? Yerin yüzlerce kilometre altına ineceksin, oradan da binlerce kilometre dağın altında yürüyeceksin, yerin üstündeki sevdiklerinin yaşaması için her gün ölümü göze alarak çalışacaksın, o karanlık yerde, yanında sadece arkadaşların olacak, can yoldaşların olacak, onlarla belki konuşma ve göz göze gelme imkanın olacak, birbirinize ümit, güven ve moral vereceksiniz. Orada, o toprağın derinliklerinde, Yüce Yaratıcı'na sığınarak ve vardiya arkadaşlarının yanı başında oluşlarından güç ve destek alarak, aileni ve çocuklarını düşleyerek çalışacaksın. Sonunda da, yerin yüzlerce kilometre altında, binlerce kilometre içlerinde canından da daha fazla düşündüğün bir arkadaşlık çıkacak ortaya. Bırak oraya girip çalışmak, apartmanımızın bodrumundaki hazır kömürü alıp dairemize çıkarmak bile zor gelir bir çoğumuza. Onlara da mutlaka zor geliyordur ama, ne yapsınlar ihtiyaç bu, hani derler ya: "viran olası hane de evlad ü iyal var!" Diyorum ki o yerin altına inmeyi para kazanmak için göze almak çok zor, ama böylesi dostluklar ve kardeşlikler için inilir belki oraya! Çünkü yerin üstünde böyle dostlukların varlığı pek nadir de ondan. Bu durum, tarih kitaplarımızda okuduğumuz cephelerde geçen silah arkadaşlıkları gibi bir duygu galiba! Yukarıda, Soma faciasından kurtulan kardeşlerimizle, orada maalesef kaybettiğimiz şehit kardeşlerimiz arasındaki bu ilişki, bana Yermuk savaşında, Yermuk gazileri ile şehitleri arasında yaşanan ve ashabı kiramdan Huzeyfeu'l- Adevî'nin şahit olup bize anlattığı bir olayı hatırlattı. Ben bu Soma ruhuyla o Yermuk ruhunun aynı kaynaktan beslenmiş ruhlar olduğuna inanıyorum. Hz. Huzeyfe, savaşın sakinleştiği bir anda kimisi şehit, kimisi yaralı olan arkadaşlarını merak eder, silahını bırakıp su kırbasını alarak aralarında koşuştururken inleyen bir ses duyar ve sesin geldiği tarafa koşar bir de bakar ki inleyen amcasının oğlu.. son nefesinde ona yetişir, yanındaki kırbasını göstererek: "Biraz su getirdim içer misin?" der, ancak o göz ucuyla " ver!" diye işaret edip, tam içecekken, yanı başlarından bir ses duyulur: "su.. bir yudum su!" Amcasının oğlu suyu içmez, "ona götür!" diye işaret eder. Huzeyfe, suyu içiremez, çaresiz sesin geldiği tarafa koşar, bakar ki As'ın oğlu Hişam... Tam suyu ona içirmek üzere eğilirken, üçüncü bir askerin "su..! " diye inlediği duyulur. Hişam da bu inlemeyi duyunca suyu içmeyip, "ona götür!" diye işaret eder, suyu içmekten vaz geçer. Huzeyfe o askere koşar, şehitler arasında derinden gelen o sesin sahibini güç bela bulur, ama yanına varıncaya kadar ruhunu Mevla'sına teslim etmiş, şehitler kervanına katılmıştır o. Bari Hişam'a yetişeyim der, ama nafile.. Gelir ki o da ruhunu teslim etmiş Yüce Yaradanına. Son bir nefes koşarak amcasın oğluna yetişmeye çalışır, ancak ona ulaştığında onu da şehadet şerbetini içmiş bulur. Büyük Şair Merhum Mehmed Akif, yaralı mücahitlerin aralarında geçen bu büyük bir fedakarlık ve feragat örneğini Safahatında şu dizelerle dile getirir: “Huzeyfetü'l-Adevî der ki: «Harb-i Yermûk'ün, Yaman kızıştığı bir gündü, pek sıcak bir gün. İkindi üstü biraz gevşeyince, sanki, kıtal,[1] Silâhı attım elimden, su yüklenip derhâl, Mücâhidin arasından açıldım imdada, Ağır yarayla uzaklarda kalmış efrada. Ne ma'rekeydi[2] ki, çepçevre, göğsü kandı yerin! Huda'ya kalbini açmış, yatan bu gövdelerin, Şehidi çoksa da, gazisi hiç mi yok?.. Derken, Derin bir inleme duydum... Fakat, bu ses nerden? Sırayla okşadığım sineler bütün bî-rûh.[3].. Meğerse amcamın oğluymuş inleyen mecruh.[4] Dedim: «Biraz su getirdim, içer misin, versem?» Gözüyle «Ver!» demek isterken, arkadan bir elem, Enine[5] başladı. Baktım: Nigâh-ı merhameti,[6] «Götür!» deyip bana îmâda ses gelen ciheti. Ne yapsam içmeyecek, boştu, anladım, ibram;[7] O yükselen sese koştum ki: Âs'ın oğlu Hişâm. Görünce gölgemi birden kesildi nevhaları:[8] Su istiyordu garibin dönüp duran nazarı. İçirmek üzre eğildim, üçüncü bir kısa «ah!» Hırıltılarla boşanmaz mı karşıdan, nâgâh![9] Hişâm'ı gör ki: O hâlinde kaşlarıyle bana, «Ben istemem, hadi, git ver, diyordu, haykırana.» Epey zaman aradım âh eden o muhtazarı..[10]. Yetiştim, oh, kavuşmuştu Hakk'a son nazarı! Hişâm'ı bari bulaydım, dedim, hemen döndüm: Meğer şikârına[11] benden çabuk yetişmiş ölüm! Demek, bir amcamın oğlunda vardı, varsa, ümid... Koşup hizasına geldim: O kahraman da şehid.»” Evet Soma'da daha bunun gibi yürek yakan nice acılar oldu. Mahmud'unu arayan bu kardeşimiz gibi, facia içerisinde kalan arkadaşlarını kurtarmak için ocağa girip bir daha çıkamayan Mühendis İbrahim Çelik gibi, ölümün eşiğinden dönerken üzerine yatırıldığı sedyede bile kirli çizmeleriyle devletin malı olan temiz çarşafı kirletmeme hassasiyeti gösterip devlet malına titreyen.., adlarını bilmediğimiz nice yiğitler tarafından nice fedakarlıklar ve kahramanlık örnekleri sergilendi, nice acılar yaşandı orada. Yıllarca somadan çıkarılan ve sobalarımızı yakan, odalarımızı ısıtan kömür bu sefer, milletçe yüreklerimizi yaktı, gözlerimi ıslattı. Allah ailelerine sabırlar ve dayanma gücü versin! Orada kaybettiğimiz kardeşlerimizin hepsinin acıklı bir, hatta birkaç hikayesi vardır. Kimisi mutlu bir yuva kurmak için hayatının baharında inmişti o yerin altına, kimisi kurduğu yuvayı geçindirebilmek için oradaydı, kimisi çocuklarını büyütüp, okutabilmek ve onlara kendilerinin yaşadığı hayattan daha mutlu, daha az riskli bir hayat yaşatmak için, kimisi de doğacak çocuklarını düşünerek inmişti oraya. O yerin altında bunları düşünerek, hayalleriyle avunarak çalışıyorlardı. Kimisi yaşlı anne ve babasına bakmak veya yavruları için aldığı bir yuvanın borcunu ödemek için oradaydı. Yani hepsi ulvi bir amaç için oradaydı. Orada çalışan ellerin hepsi Allah Resulü (sav) tarafından öpülen Sa'd b. Muaz'ın eli gibi öpülmeye değer ellerdi.[12] Allah hepsinden razı olsun hepsinin makamı cennet olsun. Geçen yıllarda o kömür madeninde iftarını açan Enerji bakanımız da oradaki çalışma şartlarını yerinde incelemiş ve o şartlar altında oruç tutan, belki birçoğu şu anda aramızda olmayan, o kardeşlerimizle iftarını açarak şöyle demişti. "Bu kardeşlerimin burada çalışarak aldığı paralar benim Bakanlıkta aldığımdan daha helaldir." Çok doğru bir tespitti o... İşte ülkemiz, bu çok değerli evlatlarını kaybetti. Bizler, bu ulvi amaçlar için yerin altına inen ve orada başlarına gelen bu felaketle şehitlik mertebesine ulaşan bu kardeşlerimiz için neler yapmalıyız? Sadece “şehit oldular, Allah mekanlarını cennet etsin”, demekle mi kalacağız? Arkalarında bıraktıkları bağrı yanık, gözü yaşlı insanlar, bizim bu sözlerimizle teselli olacaklar mı? Her gün babalarının vardiyadan dönüş yolunu dört gözle bekleyen yavruların şimdi neler yaşayacakları konusunda bir empati yapmayacak mıyız? Şehitlik güzel şey ama, gazilik, yani yaşamak daha güzeldir. Peygamberimiz (sav) "Allah'tan uzun ömür ve güzel amel isteyin" buyurmuştur. Hele böyle bir şehitlik o kardeşlerimizin, inşallah, Allah katında erecekleri manevi kazançlar bakımından tesellimizdir ama, onların orada bu şekilde aramızdan ayrılmaları bizim için bir utançtır. Bu olay onlar için şehadetse de bizim için vebaldir. Biz, eğer burada bir ihmalimiz varsa, Allah'ın huzuruna ne yüzle çıkacağız. Bu elim olaydan ne gibi dersler çıkarmalıyız? Bu olayda kimlerin ihmali var? Neden 301 kardeşimizi ömrünün baharında, arkalarında gözü yaşlı çocuklar, eşler ve yaşlı anne-babalar ve daha bir çok insan bırakarak kara toprağın bağrına tevdi ettik? İşte milletçe bize düşen bu olayı sağlıklı bir şekilde incelemek, o değerli kardeşlerimizin başına gelen bu felaketin başka kardeşlerimizin de başına gelmemesi için, bu olaydan ders alarak bir daha tekerrür etmemesi için üzerimize düşen görevi yerine getirmektir. Burada da asıl amaç "üzüm yemek" olmalıdır. Yaksa "bağcı dövmek" gibi bir niyet o kardeşlerimizin hatırasına ve onların acısına büyük saygısızlık olur. Böyle bir düşünceyle de hiçbir yere varamayız. Olayda ihmali olan herkes sorumluluğu oranında bunun cevabını ve hesabını vermelidir. Ortaya atılan iddialar büyük bir titizlikle ve iddia sahibinin kimliğine göre değil, adaletin tecellisine göre incelenmelidir. Örneğin: "gaz maskesiyle girilmesi gereken yere gerçekten toz maskesiyle mi girilmiştir?”, Haber doğruysa, buna kim göz yummuştur?, "kömürü ucuza mal etmek"le, kardeşlerimizi böyle ucuza harcamak arasında doğru bir orantı var mı? Başka ne gibi ihmaller vardır. Basında dile getirilen iddialar titizlikle incelenmelidir. Bunları, adli ve idari makamların mutlaka soracağına inanıyoruz. Milletçe bize düşen, bu kardeşlerimize karşı maddi ve manevi görevlerimizi yerine getirmektir. Onların arkalarında bıraktıkları acılı ailelerine ve çocuklarına, babalarının ve eşlerinin veya evlatların yokluklarının acısının yanına birde maddi sıkıntıların acısını yüklememek ve çektirmemektir. "Bu olay benim başıma gelseydi, bana karşı milletimin neler yapmasını isterdim", düşüncesiyle samimi bir şekilde empati yaparak hepimiz kendi gücümüz nispetinde üzerimize düşen görevi yerine getirmeliyiz. Onların yalnız olmadıklarını hissettirmeliyiz. Olayın arkasından başta Cumhurbaşkanımız, Meclis Başkanımız, Başbakanımız, bütün muhalefet liderlerimiz, ilgili bakanlarımız ve bir çok yetkilimiz, bütün görevlerini iptal ederek veya erteleyerek çok sayıda vatandaşımızla birlikte Somaya gittiler. O kardeşlerimizin yanında olduklarını ifade etti ve bizzat gösterdiler. Özellikle Enerji Bakanımız Sayın Taner Yıldız Bey ilk andan itibaren o kardeşlerimizin aralarında bulunarak ve oradan hiç ayrılmayarak acılarını dindirme ve milletimizi bilgilendirme yönünde takdire şayan çok büyük çabalar harcadı. Bu çalışmaların bundan sonra da devam etmesini ve Soma'nın ve Soma'da çekilen acıların unutulmamasını diliyoruz. Bugün, 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı... Milletimiz, 301 gencini toprağın kara bağrına tevdi ederek giriyor bu bayrama. Bu elim olay dolayısıyla bayramımız yasa dönüştü. Dolayısıyla bütün kutlamalar iptal edilerek 19 Mayıs’ı idrak ediyoruz. Bu duygularla 19 Mayıs Bayramını tebrik ederken, Yüce Mevla'dan milletimize bir daha böyle acılı, yaslı bayramlar göstermemesini niyaz ediyor, Soma’da kaybettiğimiz 301 şehidimize ayrı ayrı Cenab-ı Allah'tan rahmet; yaralı kardeşlerimize acil şifalar, şehitlerimizin kederli ailelerine, yakınlarına, Soma halkına ve bütün Milletimize başsağlığı diliyorum. Prof. Dr. Hüseyin ELMALI
[1] Savaş. [2] Savaştı. [3] Cansız. [4] Yaralı. [5] İnlemeye. [6] Merhametli bakışı. [7] Zorlama. [8] İnlemeleri. [9] Ansızın. [10] Can çekişen. [11] Avına. [12] Bir defasında Resulullah Tebük dönüşünde Sa’d b. Muaz ile karşılaşıp tokalaşmış, ellerinin nasırlanmış olduğunu görünce bunun sebebini sorumuş, o da “Çoluk çocuğumun nafakasını temin için hurma bahçemde çalışıyorum.” cevabını verince Hz. Peygamber Sa’d b. Muaz’ın elini öpmüş ve “İşte bu eller, Allah'ın sevdiği ellerdir" buyurmuştur.
|
922 kez okundu |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |