D.MEHMET DOĞAN'DAN "EZBER BOZAN"AÇIKLAMALAR14 Şubat 2013 Perşembe 09:39
Yazar D. Mehmet Doğan’la gerçekleştirdiğimiz söyleşinin 3. bölümünde, “karşı mahallenin değer vermediği Müslüman yazara bizimkiler de değer vermiyor” görüşünü irdeliyor; üniversitelerimizin, akademisyenlerimizin duruşunu değerlendiriyoruz. Ayrıca aydınlarımızın, “sanat dünyası”nın milli meselelerde tıkındığı tavrı sorguluyoruz… Ve Osmanlı gündeme geliyor. Doğan hayli dikkat çekici bir teşhiste bulunuyor: “Osmanlı batıya bu anlamda kafa tuttuğu için yıkıldı. Bazılarının iddia ettiği gibi, kendiliğinden değil. Onu yıkmak için de Osmanlı’nın içinden çıkmış unsurlar kullanıldı. Yeni Türkiye’yi kuranlar Osmanlıyı yıktı! Osmanlıyı yıkmasalardı, kendileri meşru olmayacaklardı.” Doğan’la yaptığımız söyleşinin 3. bölümü şöyle: Fatih Akkaya / Habervaktim.com - “Karşı mahallenin değer vermediği Müslüman yazara bizimkiler de değer vermiyor” görüşüyle ilgili düşünceleriniz nelerdir? -D.M.Doğan- Hükümetçi basın, artık böyle bir basın var, karşı tarafı tatmin ederek güçlü görüneceğini sanıyor. Onların değerlerine hürmetle yol almaya çalışıyor. Bu çıkmaz sokak! Onlar da yeri gelince Necip Fazıl hamlesinde olduğu gibi, silleyi vuruyor. O ne sefil Necip Fazıl savunması idi öyle? Bunlar mı “Üstad”çı? Üstad bu kıytırıkları kapısının önünden geçirmezdi! BİZİM GERÇEK ÜNİVERSİTEMİZ MEDRESE OLMALIYDI - Üniversitelerimizin, akademisyenlerimizin duruşunu, tarihimiz ve millete bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz? D.M.Doğan- Üniversite henüz üniversite olamadı. Üniversite gelenektir. Medreseyi sürdüremedik. Bizim gerçek üniversitemiz. Medrese olmamıydı. Neyse Darülfünün’u kurduk. Onu da yaşatamadık. 1933’te üniversiteye geçtik. Bin yıllık devletin yüksek öğretim kurumu yüz seksen yaşında! Ne yazık ki, üniversite Türkiye’de üniversite olarak kurulmadı. Rejimin doktrin aşılama kurumu olarak oluşturuldu. 1980’de bir daha bu tarafının altı çizildi. Şimdi çok sayıda üniversite kuruldu. Bu yaygınlaşma belki seçiciliği getirir, bazıları sivrilir, gerçek üniversite olur. Bu üniversiteler tamamen boş anlamına gelmiyor. Elbette değerli öğretim elemanları da var. Teknik alanlarda yetişmiş çok sayıda insanımız var. Sosyal ilim alanları elbette çok problemli. - Sizin de mezunu olduğunuz Ankara Üniversitesi’nin özellikle İletişim, Siyasal Bilgiler ile Dil Tarih fakültelerinde aşırı sol ve marjinal bölücü grupların hayli yuvalanabilmiş olmasında, bu bakışın etki derecesi nedir sizce? TÜRKİYE’DE MARJİNAL EYLEM GRUPLARI MESELESİ VAR D.M.Doğan- Sosyal ilimler alanının problemli olduğunu belirtmiştim. Resmi ideolojinin sosyal ilimlere baskısı, bu alanları sıkıntılı hale getirdi. Keskin bir pozitivizm, güya ilercilik filan denilirken, bu çerçeveyi kullanan her türlü aşırılık buralarda üslendi. Sosyal ilimlerin kendine gelmesi zaman istiyor! Bu da olacak elbette. Elbette bu üniversitede tek seslilik olacak demek değil. Gerek üniversite farklı fikirleri de bünyesinde barındırır. Ama Türkiye’de farklı fikirler meselesi değil, marjinal eylem grupları meselesi var. SİZİ DEĞİL SİZDEKİ KENDİ YANSIMALARINI BEĞENİYORLAR -Kendini “muhafazakar” olarak lanse eden veya “başörtüsü”yle, bulunduğu yer itibariyle öyle algılanan kimi “yazarlar”, akademisyenler, STK temsilcileri ve siyasetçilerin bir takım feminist, ateist, liberal gruplarla çok rahat bir şekilde biraraya gelebildikleri gözleniyor. Başörtülü bir yazarın, siyasetçinin, STK temsilcisinin bu konularda çok ama çok dikkatli olması gerekmez mi? Zaman zaman siz de rastlıyorsunuzdur, “bu nasıl iş” dediğiniz oluyor mu? D.M.Doğan- “Yaranmacılık” gerçek bir şahsiyet problemidir. Birilerinin güzüne girmek, fikirlerini onların düşüncelerine yaklaştırarak, onlara paralel hale getirerek meşruiyet sağlamak yeni bir durum değil. Fakat son zamanlarda yaygın bir akım haline geldi. Karşı taraf sizi beğenebilir, tasvib edebilir mi? Bunu sağlayabilirsiniz belki. Fakat bunu onlara benzeyerek yaptığınızda onlar sizi değil sizdeki kendi yansımalarını beğeniyorlar! OSMANLI BATIYA KAFA TUTTUĞU İÇİN YIKILDI -Ülkemizde sesi daha çok çıkan, gündemde daha çok tutulan “aydınların” önemli bir bölümünde, Osmanlı karşıtlığı gözlemlenmekte. Aynı kesim sözkonusu Ermeni meselesi olduğunda da, Osmanlı’yı/Türkiye’yi “soykırımcı” ilan edebiliyor. Bilinçsizlik mi, kin mi, düşmanlık mı? Nedir bu sizce? D.M.Doğan- İslâm dünyasının modernizmle doğrudan karşı karşıya kalarak hayatını sürdüren, sömürge olmayan tek ülkesi Türkiye. Bu esasen Osmanlı idi. Osmanlı batıya bu anlamda kafa tuttuğu için yıkıldı. Bazılarının iddia ettiği gibi, kendiliğinden değil. Onu yıkmak için de Osmanlı’nın içinden çıkmış unsurlar kullanıldı. Yeni Türkiye’yi kuranlar Osmanlıyı yıktı! Osmanlıyı yıkmasalardı, kendileri meşru olmayacaklardı. Osmanlının yıkılışından sonra, acayip bir etnik devlet oluşturulmaya yönelindi. Türkler üzerinden etnikçilik, en fazla Türklere zarar var. Türklerin, dili, kültürü, inancı, değerleri yok sayıldı. Bu acayiplik büyük bir zihin boşluğu oluşturdu. Zihnimizi tamirde geciktik, yeni yeni bunu yapabiliyoruz. Fakat zihin boşluğumuzu değerlendiren düşmanlarımız kolaylıkla zihinlerimiz üzerinde operasyon yapabiliyor. SAVAŞ SIRASINDA HER ÜLKE BÖYLE YAPARDI 1915 Yaklaşıyor. Dışarıdan ve içeriden neler planlandığını bilmiyoruz. Planlamayı yapanlar bunu biliyor ve adım adım da uyguluyor. Ermeni tehcirini soykırım olarak nitelerseniz, konunun esasını kaybetmiş olursunuz. 1914’de Cihan Harbi başladı. Biz şöyle veya bu harbin tarafıyız. Ruslarla savaşıyoruz ve Rus güçleri Doğu Anadolu’da bir hayla vilayetimizi işgal ediyor. Bu bölgede bir hayli Ermeni nüfus var. Türkler ve Ermeniler yüzyıllar boyunca yan yana yaşadılar. Kültür ve yaşayış olarak bir hayli benzeştiler. Ermenilerin de günlük dili Türkçe oldu. Bir hayli Türkçe şiir yazan Ermeni “aşuğ” (Âşık) yetişti. Bu âhenk, savaş sırasında bozuldu. Ermeniler adına hareket eden komitacılar Ruslarla işbirliği yaptı. Bunun tehcire gerekçe olmasında tuhaf bir durum yok. Batılı namuslu bilim adamları da, “savaş sırasında hangi ülke olursa olsun böyle yapardı” diyor. Tehcir, yani göçürme katliama dönüştü mü? Kısmen böyle olduğu söylenebilir. Bir nüfus kaybı var, fakat aynı bölgedeki müslüman nüfus kaybından daha çok olduğu söylenemez. Tehcirden sonra da, hatta Cumhuriyetten sonra da Türkiye’de hayli Ermeni nüfusu var. Göçürülenlerin çoğu Suriye ve Lübnan’ yerleşti. Buradan Avrupa’ya Amerika’ya, sonradan kurulan Ermenistan’a gidenler oldu. Osmanlı devam etse idi, göçürülenlerin memleketlerine dönmeleri mümkün olurdu. Fakat yeni devlet mevcut azınlıkları mübadele ile tasfiye etmeye çalışırken, bu düşünülemezdi. Mesele tarihin malı olmuştur. Türkiye’den göçen Ermenilerin torunları, artık ortak yaşama kültürünü unuttular. Atalarının ortak yaşama kültüründe Türk düşmanlığı yoktu. O yüzden Ermeni iddiaları birinci, ikinci nesilde değil, üçüncü nesilde köpürdü. Etnik körlük meseleyi bir şekilde görüyor ve bütün dünyaya böyle göstermek istiyor. Dünya devletleri de Türkiye’ye karşı konumlarına göre meseleyi değerlendiriyor. Ermeni iddialarını güçlendirmek için içeriden seslerin de yükselmesi gerekiyor. Bu ses yükselmesi için her yola başvurulduğundan şüphe yok. Masummuş gibi gösterilen bir takım çalışmalar var. Bu çalışmaların büyük bölümü tehcir sırasında müslüman olmaya mecbur olmuş, ismen müslüman (ve Türk!) fakat ermeniliğini unutmamışlar eliyle yürütülüyor. Fakat biz onların saklı kimliğinden haberdar değiliz. Bunların peşine takılan çeşitli azınlık hissiyatlı kişi ve gruplar da var. -Yani “kripto” konusu… Bunu biraz açar mısınız? (Son olarak, Paris’te öldürülen Sakine Cansız. PKK kurucularından. Kürt halkının hakları için mücadele ettiğini savunuyor. Ölümünün ardından ortaya çıkıyor ki, Kürt bile değil. Ermeni kökenli biri ve Ermeniliğinin çok iyi farkında ama Kürt gibi görünüyor. Yine, hiç unutmam; Hükümet’e karşı ‘yeni Kubilay’lar olmaya hazırız’ diye tepki gösteren bir rektör, Ermeni çıkmıştı… Bunlar ortaya çıkanlardan bir iki örnek. Daha nicesinden söz etmek mümkün mü?) -D.M.Doğan-Türkiye’de Ermenicilik, Rumculuk yapmak mümkün değil, sonuç alıcı değil. O zaman Türkiye’ye karşı hangi silah kullanışlı ise o silahı kullanmak yolu seçiliyor. Siyasi kürtçülük şu sırada en gözde olana. Kürt olmak başkadır, kürtçü olmak başka. Bunlardan da farklı olan siyasi kürtçülüktür. Türkiye’de bir Kürt ülkenin her yerinde kendi kültürünü yaşatabilir. Çünkü bu kültürde büyük farklılık yoktur. Kültürel olarak Kürtlüğü sürdürebilir. Zaten bunun hukuki altyapısı da oluşturuluyor. Fakat bunun ötesi, siyasi kürtçülük, etnikçilik? Bu elbette savunulamaz. Zaten PKK başlangıçta kürtçülük için değil, sosyalizm için yola çıkmıştı. Hâlâ da stalinst havası süren bir teşkilattır. Keşke, Türkiye farklı kimliklerin varlığını engellemeseydi. Ermeni ermeni olarak yaşasa ve kendini ifade etse idi. Türkiye bundan daha az zarar görürdü. -Bir başka konuya geçmek istiyorum. Türkiye’de bugün öne çıkan “sanat anlayışı” denildiğinde, ilk aklınıza ne geliyor? -D.M.Doğan- “Sanat” denilince gösteri dünyasının anlaşılmasına şaşıyorum! Şovcular, pop şarkıcıları, dansözler…hepsi sanatçı! Elbette bunlara da bir ad vermeli. Fakat sanatçılığın bundan farklı bir şey olduğu da bilinmeli. - “Sanat dünyası”ndan kimi isimler zaman zaman halkı, inancını, değerlerini ve tarihini aşağılayıcı açıklamalarla gündeme geliyorlar. (Örn. Levent Kırca) Bu zihniyetteki insanların ön planda olması, sanat denince bu isimlerin akla gelmesi, rol model olarak bu zihniyetteki isimlerin ön plana çıkarılması, neyle alakalı; nasıl bir şey? -D.M.Doğan- Sanatçılık, sanatkkârlık afişe olarak bu meslekleri icra edilenlerce kullanılınca, gerçek sanatçılar arka planda kalıyor. Bunun yetişme çağındaki gençler için hiç de olumlu olmadığı ortada. Bir şair, yazar, edebiyatçı, ressam, hattat, müzehhib, bestekar, müzik icracısı , mimar vb. sanatçı olarak sahip olmaları gereken itibara hiç bir zaman ulaşamıyor. Fakat onlarla aynı zümredenmiş gibi görülenler sanatçılığını bütün itibarını yerle bir ediyor. -Toplumda tüm alanlarda bir yozlaşmadan söz etmek mümkün? Öne çıkan sebepleri nelerdir sizce? D.M.Doğan- Yozlaşma, değersizleşme, aşağılaşma neredeyse bütün dünyanın meselesi. -Devletin, medyanın, “aydınlarımız”ın payı nedir bu tabloda? D.M.Doğan- Elbirliği, işbirliği var. Bazılarının da menfaat birliği. AHLAKSIZLIĞI MODERNLİĞİN OLMAZSA OLMAZI GÖRENLER VAR -Şöyle bir görüntü yok mu, dünya ve ülkemizde: Bugün gelişmiş Batı ülkelerinin, bireyin zevkini tatmin noktasında atılan adamlarda ulaştığı son nokta, adeta bir bataklık. Bu görülebilen ülkelerde, eskiye dönüş arayışı göze çarpıyor. Türkiye ise o bataklığa doğru gidiş hızını artırma gayretinde sanki? Neler söyleyeceksiniz? D.M.Doğan-Türkiye modernliğe doğru öyle sevk edildi ki, olumsuzluklar gözden kaçtı. Hatta ahlâksızlık gibi bazı durumların modernliğin olmazsa olmazı olduğunu savunanlar oldu. Sonunda bazıları ahlâksız oldu ama modern olamadı! ABD’ye Avrupa’ya bakarak olacaklar keşfedilebilirdi. Değerler çöktü, çökertildi. Aile bitti. Avrupa’da evlilikler azaldı. Yalnız yaşamak, gayri meşru yollar revaç buldu. Şimdi bunlar Türkiye’nin de meselesi. En başta nüfus artış hızının düşmesi, nüfusumuzu yenileyecek güçten yoksun hâle gelmemiz. 1960’lardan beri doğum kontrol kampanyaları yapılıyor bu ülkede. Bu devletin siyaseti oldu. Neredeydi devlet aklı? (Milli Şairimizin hayranı olan D.Mehmet Doğan'ın odasının duvarında, Hat Sanatı ile Mehmed Akif Ersoy yazılı tablo asılı.) Çözüm, 3 çocuk tavsiyesi ile sağlanabilir mi? Kadın her halü kârda çalışsın dediğiniz andan itibaren, çözümü de unutmak gerekiyor. habervaktim.com 14/02/2013 |
1787 kez okundu |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |