İSLAM KARDEŞLİĞİNDE BULUŞALIMManevî yolculukta kabiliyet, kapasite ve Allah'la, İslâm ile irtibattan kaynaklanan müşahede farklılıkları gibi, yine insanlar arasındaki yaratılışa dayalı çeşitlilikten, kalb hastalıklarının, dolayısıyla tedavi yollarının birden fazla olmasından, ayrıca İslâm'ın evrenselliğinden kaynaklanan farklılıklar da, kat'iyyen tefrika sebebi değildir, olamaz ve yapılmamalıdır.
Müslümanlar arasında belki en önemli ihtilâflar, Müslümanların meselelerine ve bunların çözümüne yaklaşma tarzları ve bunların doğurduğu farklı hizmet biçimlerinden ortaya çıkmaktadır denebilir. Cenab-ı Allah (c.c.) insanları hayırlarda yarışmaya teşvik etmekle, esasen farklı hizmet biçimleri de kat'iyyen tefrikaya sebep olmamalıdır. Fakat bir göz doktorunun dâhiliyeciyi, bir ortopedistin nöroşirurjiyi tenkit etmesi gibi, farklı hizmet yollarını hem teorisiyle, hem de kendilerine ait pratikleri ve bu pratiklerden kaynaklanan farklı tutum ve teori farklılıklarıyla bilmemekten, bir de ihlâsa tam muvaffak olamamaktan kaynaklanan tenkitler, ayrışmalar, ihtilâflar, ne yazık ki, istenmeyen tefrikalara yol açabilmektedir. İşte tam bu noktada Kur'an-ı Kerim, üç önemli vâkıayla bizi çok önemli realitelere yönlendirir ve ona göre nasıl davranmamız gerektiğini beyan buyurur. Habil ile Kabil, peygamber çocuğu iki kardeş iken, kıskançlık sebebiyle Kabil, Habil'i öldürür. Benzer şekilde, Hz. Yakub'un, yine bir peygamberin evlâdından on tanesi, bir diğer oğlunu yine kıskançlık sebebiyle öldürmeyi düşünebilir ve en azından kuyu dibinde ne olursa olsun diye terk edebilirler. Ayrıca, peygamberler dışında kimse masum olmadığından, dolayısıyla Müslümanlar da günah ve suç işleyebileceğindendir ki, İslâm'ın bir de ceza hukuku vardır ve bu hukuka cana kıyma, zina, iftira, gasp, hırsızlık ve bozgunculuk gibi en ağır suçlar da dahildir. Demek ki, her bir Müslüman'ın her bir sıfatı ve ameli İslâm'dan kaynaklanması gerekirken pratikte böyle olmayabilmektedir. Ve yine bundandır ki, Kur'ân'ı Kerim, mü'min, yani iman kalblerinde yer etmiş ve bunu pratikte de yaşayan insanlar oldukları halde mü'minler arasında savaş bile çıkabileceğini nazara vererek, bunun için de ne yapılması gerektiğini anlatır. Şu halde, her meselede olduğu gibi, İslâm kardeşliğinin de idealleri ve bu ideallerin zemini olan realiteleri vardır. Realiteleri nazara almayan, onlar üzerinde yürümeyen her ideal, boşlukta kalmaya ve sadece bir teori olmaya mahkûmdur. Ve Kur'ân-ı Kerim'de nazarımıza sunulan ve yukarıda zikrettiğimiz gerçeklerin bir yansıması olarak tarih, bize bazı çok tehlikeli ihtilâfların, ister biyolojik, isterse dinde kardeşler arasında olabileceğini göstermektedir. Bu acı gerçeğe âlet olmamanın yolu da, yine Kur'ân'da bellidir. Habil gibi, Hz. Yusuf gibi davranabilme ve ihtilâf gruplar arası cepheleşmeye, çatışmaya sebep olduğunda haksız tarafa tarşı tekvücut olma. Bir Müslüman, diğerini öldürmeye elini uzatsa bile, savunma dışında aynı maksatla mukabelede bulunmama ve öldürülmeyi dahi göze alıp, öldürmekten kaçınma; aynı şekilde, gıybet edilsek de gıybet etmeme; iftiraya uğrasak da aynıyla kat'iyyen karşılık vermeme; kem söze maruz kalsak da, "Selâm" deyip geçme ve tavır değiştirmeme. Hz. Yusuf gibi, kuyuya atılsak da, mukabelede bulunmayı akla bile getirmeme ve yardım için uzatılan eli asla boş çevirmeme. Haricîler gibi fiilî saldırgan bir grup halini almış ehl-i tefrikayla savaşmak zorunda kalındığında, bunu ancak saldırganın saldırganlığına, dolayısıyla büyük bir günaha girmesine mâni olmak, yani ona iyilik ve kardeşliği yeniden tesis için yapma. Bütün bunlar ise, kâmil ihlâs ve kâmil ihsan sahibi olabilmeye bağlıdır. ali bulaç zaman |
1229 kez okundu |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |